İnsanın başına hastalıkların şahı geldiğinde hatta adını bile duyduğumuzda ürperir ve korkar. Doktorunuz size " maalesef kansersiniz" dediğinde dünyanız başınıza yıkılır. Peki neden bu kadar çok korkuyoruz ? Çünkü insanoğlu bilmediği şeylerden korkar. Bunun nedeni henüz daha istediğimiz gibi bir tedavisi yok. Sonrası malum hep mucizeler peşinde koşma.
Peki nedir bu kanser? Bize dışarıdan mı geldi? Tabii ki hayır.
Kanser hücresi bizim kendi hücremizdir. Bir şekilde bizim normal hücremiz istemediğimiz terörist bir hücreye dönüşüyor. Hiç dur durak demeden bölünüp çoğalıyor ve vücudumuzu işgal etmeye çalışıyor. Aslında oda bir yaşam savaşı veriyor. Büyüyüp gelişmek daha fazla yer sahibi olmak istiyor. Nasıl oluyor da bize karşı savaşan bir yapıya dönüşüyor.
Tabi ki en başta kötü beslenme, GDO'lu besinler (genetiği oynanmış gıda), aşırı derece hormonlanmış gıdaların tüketimi, mevsimine göre beslenmeme, ağır metal içeren dip balıklarının tüketilmesi, asidik gıda tüketimi, bol asitli içecekler, aşırı karbonhidrat tüketimi, çok kırmızı et tüketmek, organik olmayan gıdalar ve az sebze tüketimi, çevresel toksinler(zehirler) egzoz gazına maruz kalınan yerlere yakın yaşamak, amalgam diş dolgusu, hareketsiz yaşam ve yeterli yürüyüş yapmamak, güneşten yeteri kadar faydalanmamak gibi nedenleri sayabiliriz.
Vücudumuzda milyonlarda hücre var. Bir hücrenin yaşayabilmesi için hücre içi besinlere ve enerjiye gereksinim vardır. Hücre içinde enerji üretimini yapan mitokondri olarak adlandırılan bir yapı vardır. Bu yapıyı enerji üreten jeneratöre benzetebiliriz. Bu jeneratör glikoz (şeker) ve oksijeni kullanarak çok verimli bir şekilde enerji üretir. Bu enerji üretimi sırasında ortaya bazı atık maddeler (Laktat ve pürivat asitleri) çıkar.
Bu atık maddelerin hücre içinden uzaklaştırılması gerekir. Bu görevi de Glutatyon denen hücre içindeki enzimimiz yapar. Bu enzim kötü beslenme,kötü alışkanlıklar, zehirler veya yaşlanma ile birlikte azalır. Glutatyonun azalması yada görevini tam yapamaması hücre içindeki atıklar enerji üreten jeneratörümüze sürekli saldırarak zarar verir. Jeneratörde görevini yapamaz hale gelir. Hücre içinde biriken atıklar ve hücrenin oksijensiz kalması hücre içindeki DNA yapısının hasar görmesi neden olur.
DNA yapına bağlı olan P53 geni olarak adlandırılan gen ki bu gen hücrenin tamirini yapan gendir, hemen aktif olur. Bu gen hücrenin çalışmasını hemen duraklatır. Hücrenin ve DNA yapısının tamir olmasını sağlar. Hücre tamir olamıyorsa hücreyi yaşlandırır ve hücreyi ölüme götürür. P53 geni bunu yapamazsa hücre kanser hücresine döner. Hücre, kanser hücresine döndüğünde jeneratörde oksijensiz enerji üretimine geçmiş demektir. Jeneratör tedavi edilir, tekrar oksijenli üretime döndürülürse, hücre normal hücre yapısına tekrar dönebilir.
Görüldüğü gibi vücudun alkali yapısının bozulması, serbest radikallerin artmasına, hücre içinde yetersiz oksijen, hücrelerin oksijensiz enerji üretimine geçmesine, sonuçta da hücrenin kanserli hücre yapısına dönmesine neden oluyor. Üstüne birde duygusal travmalarımız bindiğinde kanserle tanışmış oluyoruz.
Yine duygusal travmalar (bir yakınımızın ölmesi, aile içi huzursuzluklar, eşinin aldatması, boşanma, büyük para kayıpları, iflas, evinin yanması gibi) kişi için önemli olan şeyler kazanmaktadır.
Bu duygusal travmalar ; parasempatik sistemimizi etkileyerek sindirimle bağlantılı olan bağırsak sistemimizi tahrip eder. Bozulan barsak sistemi mutluluk hormonların (Seratonin ve Dopamin ) yapılmasını engeller. Seratoninin %70'den fazlası ve Dopamininde %50 fazlası barsak mikrobiyatısı tarafınca üretilir. Ayrıca barsak sistemi bozulduğunda vücudun savunma sistemi de zayıflar. Bu yüzden "bağırsaklarımız" bizim ikinci beynimiz gibidir.
Bağırsaklarımızda 100 trilyon kadar probiyotik (iyi )bakteri vardır. Bu yaklaşık 2 kilo kadar gelmektedir. Bu bakterilerin hepsi bizim için önemli olan NK,T lenfositlerini ve makrofajları üretmektedirler. Bu saydıklarımızın hepsi bağışıklık sistemi içinde rol alırlar. Bağırsağı zayıf olanlar bütün hastalıklara açık hale gelirler. Bağışıklık sistemi bozuk olur ve buda normal hücrelerin diğer etkenlere maruz kalması ile kanserli hücrelere dönmesi kaçınılmaz hale gelir.
Peki bu başkalaşan hücrenin yaşamı nasıldır? Bu hücreler çok hızlı bir şekilde çoğalırlar ve dur durak dinlemeden sürekli bölünürler. Normal bir hücre 50-70 kez bölündükten sonra mitokondri (hücre enerjisi veren yapı) tarafından ölüme götürülür. Kanser hücreleri enerji olarak en çok şekeri (Glikozu) kullanırlar bazen de hücre proteinlerinden enerji sağlarlar. Daha fazla enerji almak için kan damarlarını artırırlar. 1cm küp lezyon içinde 10 milyon kanser hücresi vardır.
Bu hücreler bizim savunma sistemimizden kurtulmak için sürekli olarak taktik değiştirirler.
Başlangıç şekli ne olursa olsun bu hastalıktan korkmayın, doğru ve hızlı tedavi sonucunda mutlaka iyileşeceksiniz. Ama bu iyileşme maalesef günümüz tıbbı yöntemleriyle pek başarı sağlanamamaktadır.
Şu aklınızdan hiç çıkarmayın, kansere yakalanmakta, iyileşmekte sizin elinizde. Tümör sebep değil, sonuçtur. Bu yüzden sebeplere odaklanmak çok önemlidir.
Kanserin şekerle beslendiği artık herkes tarafından biliyor.
Kanserli hale gelmiş hücreler oksijensiz solunuma geçmekle beraber mitokondrileri (hücre içinde hücrenin yaşaması için gerekli enerji üreten bir jeneratör gibidir)glikozu oksijenle değil de fermantasyon ile parçalayarak enerji üretirler.
Bu verimsiz üretimden sadece 2 ATP enerji üretilir ve laktik asid atık olarak ortaya çıkar. Laktik asid karbon atomunca zengin olduğundan yeni kanser hücrelerinin yapımında kullanılır. Laktik asid salgısı ayrıca kanserli hücrelerin bağışıklık sistemimizden gizlenmesine de yardımcı olur. Yani bir taşla üç kuş vurmaktadır. Kanserli hücreleri glikozdan verimli enerji üretemediklerinden dolayı en az 18 kat daha fazla şekere ihtiyaç duyar.
Kanser hücresi nasıl tespit edilir?
Hastada metastaz (yayılma)olup olmadığına bakmak için hastaya glikozla(şeker) işaretlenmiş radyoaktif madde verilir. Kanser hücreleri yaşamlarını sürdürebilmek için şekere ihtiyaçları olduğundan şekeri besin olarak alırlar. Radyoaktif madde de orada kanser hücresi içinde ışıldar. Cihazda bu ışıldamaları toplar. Böylelikle kanser hücreleri görünür hale gelir. Yayılma olup olmadığı tespit edilir. Aynı zaman bu yöntem hastada metastazı ve primer tümörün büyümesine de yardımcı olur.
Şimdilik maalesef metastazı daha iyi belirleyecek zararsız bir yöntem yok.
Günümüzde uygulanan kemoterapi ve radyoterapiler ne kadar uygun? Bunlar hiç uygulanmasın mı tabii ki belli bir yere kadar uygulanabilir. Fakat şu da unutulmamalı, bunlar uygulanırken hem kanser hücresi hem de normal hücrelerimiz çok zarar görüyor. Vücudumuzun savunma sistemini çökeltiyor. Artık hiçbir şekilde savaşamaz duruma geliyor ve hızlı bir şekilde kaçılmaz sona doğru yaklaşıyoruz. Bilindiği gibi kanser kemoterapisi vücuttaki tüm kılları ve saçları dökülür. Bu durumun hastalarda psikolojik rahatsızlıklara neden olur.
Hastalarda hep şu soruyu sorarlar " Hocam saçlarım tekrar çıkacak mı?" bizde "evet kemoterapi bittikten sonra saçlarınız yeniden çıkmaya başlayacak" deriz. Ve gerçektende kemoterapi sonrası saçlar yeniden çıkmaya başlar. İnsanın aklı şu soru geliyor. Bu kemoterapiler bizim kök hücrelerimizi öldüremediğine göre kanser kök hücresini nasıl öldürecek. Acaba biz sadece çimlerimi biçiyoruz …
Peki ne yapmalıyız…
Öncelikle kanser oluşumunu iyi irdeleyerek başlamalıyız.
1-Hayatımızı baştan yeniden yapılandırmamız gerekiyor. Önce stresten kurtulmalıyız. Sızlanmaktan vazgeçmeliyiz. Kanserle mücadele etmek gerektiğini öğrenmeliyiz. Kanserle yaşamasını ve bunu yenebileceğimizi inanarak ilk adımı atabiliriz.
2-Sebepleri önümüze koymalı yaşam şeklimizi, beslenmemizi değiştirmeliyiz. Sadece şekeri kesip faydalı yağlarla beslenmemiz bile kanser hücrelerinin ölmesine neden olur. Karbonhidratla beslenme laktik asit oluşmasına neden olur. Bu da kanser hücresinin beslenmesi ve çoğalması anlamına gelir. Faydalı yağlarla beslendiğimizde karaciğer yağları yağ asitlerine oradan da ketonlara dönüştürür. Normal hücreler ketonları enerji olarak kullanabilir. Fakat kanser hücresi kullanamaz. Enerjisiz kalan kanser hücresi de ölür.
3- Enerji olarak şekeri kullandığına göre onları aç bırakacak yöntemleri denemeliyiz yani oruç tutmalıyız
4- Kanserin asit yapıdan hoşlandığını bildiğimize göre vücudumuzu alkali hale getirmeliyiz.
5-Vücuttan toksinlerin atılmasını özellikle de ağır metallerin atılmasını sağlamalıyız. Bunun için hacamatta yaptırabiliriz. Hızlı bir şekilde atılmasını sağlar. Detoks programları yada ilaçlarla ağır metallerin atılmasını sağlayabiliriz.
6-Ayrıca vücudumuz düzenli bir çalışması olup olmadığı anlamak için kan, idrar ve gaita (büyük abdes) tahlilleri yaptırmalıyız. Sorunlar ve eksikler iyi tespit edilmeli. Eksik yada yetersiz vitamin ve minareler yeterli ve yüksek doza getirerek hücrelerin daha iyi çalışması ve korunması sağlanmalıdır. (Örnek: Vitamin D,Selenyum,Magnezyum,İyot gibi)
7-Duygusal durumlarımızdan, depresyondan ve anksiyeten, panikten kurtulmak için hipnozdan yararlanabiliriz. Kişi bu hastalığa yakanlığında ruhsal bir çökün yaşar. Ruhsal çöküntü bizim savunma sistemimizin daha kötü çalışmasını neden olur. Bu da iyileşmenin önüne geçer. Hastalığın daha hızlı bir şekilde ilerlemesine neden olur. Hipnozla kişinin bilinç altına inilerek, duygusal travmaları rahatlatılır ve hastanın ruhu temizlenir, hastalığı yenebileceği, hayata bağlılığı artırılır, kendine güvenmesi güçlendirilir. Vücuttan negatif enerji çekilerek pozitif enerji ile doldurulur.
8-Düzenli egzersiz yapabiliriz. Egzersiz sonucunda vücut serotonin salgılar ve buda vücudu rahatlatır. Duygusal arınmanın sonucunda da vücut rahatlar. Ayrıca hızlı adımlarla koltuk altı terleyecek şekilde yapılan her gün bir saatlik yürüyüş lenf sisteminin daha iyi çalışmasını sağlayacaktır. Aynı zamanda terleme toksinlerin atılmasını da sağlamış olur.
9-Ağzımızda varsa amalgam dolgular dikkatli bir şekilde çıkartılmalı ve normal dolgu ile değiştirilmelidir. Amalgam dolgu gümüş ve cıva içerir. Cıva ağır bir metaldir.
10-Barsak sistemimizi düzelterek savunma sistemimizi yeniden aktif hale getirebiliriz.
11-Normal hücrelerimizi kanserden korumak için damar yolu ile uygulanan "Glutatyon " tedavisi yaptırabiliriz.
12-Tümör hücreleri daha fazla enerji sağlayabilmek için daha fazla damar yapıları yapmak ister. Bu damarlanma yapısını bozan, engelleyen hatta kanser hücrelerini öldüren bitkisel ilaçları kullanabiliriz.
13-Kanser hücreleri kendilerini saklamak için laktik asit salgılaması yanında nagalase ve aromatoz enzimleri salgılayarak vücut savunma sisteminden kendileri korumaya çalışırlar. Bizde bu enzimleri durduracak GcMAF (Glikoprotein makrofaj aktive edici faktör)tedavisini kullanabiliriz. Makrofajlar vücudumuz için kötü olan her türlü mikrop, virüs, yabancı madde ve kanser hücreleri saldırarak onları yok ederler. GcMAF vücudumuz tarafından üretilebilmektedir. Fakat bağırsak mikrobiyatamız bozulmuşsa, Gc proteinlerine zarar veren maddeler barındırıyorsak, vitamin D3 yeterli miktarda yoksa, doymamış yağ asitlerine sahip değilsek o zaman GcMAF proteini ya hiç oluşmuyor yada yeterli miktarda üretilmiyor.
GcMAF tedavisi neler yapar. Bastırılmış savunma sisteminizi yeniden yapılandırır. Tümörün damarlanmasını önler. Makrofajları aktive ederek kanser hücrelerinin programlı ölümünü başlatır. Kanserin yayılmasını önler. Bu protein vitamin D'ye bağlanarak işlemini yaparlar. GcMAF tedavisi başlamadan önce Nagalase enzimi, kan tahlilinde ölçülmeli sonrada tedaviye başlanmalıdır. Nagalase enziminin, kan tahlilinde belli bir değerin üzerinde olması kanser hücresinin varlığını işaret eder. Tedaviden sonra tekrar ölçüm yapılarak etkinlik tespit edilebilir.
14-Bitkisel bir ilaç olan zerdeçalın etken maddesi Curcumini damar yolu ile verilerek kanser hücrelerin öldürülmesini sağlayabiliriz.
15-Damardan Yüksek Doz Vitamin C tedavisi uygulayarak kanser hücrelerinin ölmesini sağlayabiliriz. Yapılan çalışmalarda Vitamin C kemoterapi gibi etki göstererek kanser hücrelerini öldürdüğü, normal hücreleri hiç zarar vermediği, hatta onları kanserden koruduğu, zarar görmüş hücreleri tamir ettiği, toksik kemoterapi gibi zararlı etkilerin olmadığı görülmüştür. Bilindiği gibi kemoterapi kanser hücresini öldürdüğü gibi normal hücreleri de öldürmektedir. Kanser hücrelerinin enerji için çok fazla şekere ihtiyaçları olduğu daha önce belirtmiştim. Kanser hücrelerine, şeker yapısını çok benzeyen Vitamin C verirsek yani Truva atı gibi onları kandırırsak kanser hücresi bunu şeker diye hücre içine alır ve oluşan kimyasal reaksiyon sonucu ortaya Hidrojen peroksit (H2O2 / oksijenli su) ve Oksijen çıkar. Bu da kanser hücresinin ölmesine sağlar. Kanser hücresi oksijenli enerji üretemediği için ona zararlıdır. Yalnız bu uygulama damar yolu ile yapılmalıdır. Ağızdan alımlarda istenen sonuç alınamaz.
16-Yine tedavide olmazlardan biride Ozon Tedavisidir. Ozon bağışıklık sistemin uyarır, yıpranmış hücreleri yeniler. Vücuda bol oksijen verdiği için oksijensiz beslenmeye alışkın kanser hücresi ya normal hücreye dönecek yada ölecektir. Ozon tedavisi hücre içinde Glutatyon, Katalaz, Süperoksit dismutaz, gibi enzimleri artırarak hücreleri korurlar. Vücuttaki toksinlerin atılmasını sağlarlar. Kemoterapi radyoterapinin etkinliğini artırır. Halsizlik yorgunluk gibi semptomları ortadan kaldırır.
17-Acı kayısı çekirdeğinin kanser tedavisinde kullanıldığı duymuş olabilirsiniz. Bu çekirdek içinde aktif madde olarak Amygdale içermektedir.
Amygdale benzaldahid , hidrojen siyanür ve glikozdan oluşmaktadır. Siyanür kelimesini görünce hemen endişelenmişinizdir. Korkmayın bu maddeler sağlıklı hücrelerde rhodanase enzimi ile bertaraf etmektedir. Tabi ki ne kadar tükettiğinize de bağlı. Kanserli hücreler de ise beta-glucosidase enzimi vardır. Amydale kanser hücresine girdiğinde bu enzim benzaldehid ve hidrojen siyanürden glikozu ayırır. Açığa çıkan hidrojen siyanürde hücreyi zehirler ve hücre ölür. Acı kayısı çekirdeğinin kanser tedavisinde neden kullanmanız gerektiğini böylelikle daha iyi anlamış olduk. (Vitamin C ile birlikte kullanılmamalıdır)
Vücudumuz günde yaklaşık 100 trilyon beyaz hücre üretir. Bağışıklık sistemimizin önemli bir parçası olan WBC (beyaz kan hücreleri ) mikrolitrede 4,000 ila 11,000 arasındadır. Beyaz kan hücreleri vücudumuza zararlı olan her şeye saldırıp yok eder. Kanser hücreleri negatif elektrik yüklü elektrostatik bir protein zarı ile kaplı olduğu için negatif yüklü beyaz kan hücreleri kanserli hücreye ulaşamaz. Mıknatıslarda olduğu gibi eksi kutup eksi kutubu iter. Sağlıklı çalışan bir pankreas, bir enzim salgılayarak kanserli hücrelerin üzerindeki bu negatif yükle kaplı zırhı deler ve beyaz kan hücreleri kanserli hücreleri öldürmesini sağlar. İşte amygdalinde de bu konuda pankreas a yardımcı olur. Pankreas kanseriyle mücadelenin neden zor olduğunu anladınız sanırım. Sağlıksız bir pankreas kanserli hücrelerin üzerindeki koruyucu kalkanı delecek enzimi yeterli miktarda üretemez.
18-Ayrıca yetişkin kanser hastaları 40 ppm lik gümüş suyundan günde belli oranda tüketilmesi kanser hücrelerinin ölmesine neden oluyor. Yapılan çalışmada kanser hücrelerini öldürdüğü gösterilmiştir.
19-Kanser hastalarının kullanması gereken diğer bir üründe tıbbi kenevirdir. Bu bitkinin kanserle ilişkisi THC (Tetra Hidro Kanabinol) ve CBD(Kannabidiol) nin etken maddeleridir. Bu kannabinoidlerin en dikkat çekici özelliği, normal sağlıklı hücrelere zarar vermeden kanser hücrelerini hedef almalarıdır. Bu etkileri kontrollü ölüm dediğimiz apoptosisi mitokondride başlatmalarıdır. Tümörün damarlanmasını da durdurur.